Anlama İhtimalleri Çok Düşük Ama Yine de Deneyelim:

Allah ile peygamberi karşı karşıya getirme ısrarında olan mealci bir zihniyetle karşı karşıyayız…

Bazı tartışmalar vardır ki, ne kadar izah edilse de, muhatabın anlamak gibi bir derdi olmayınca nafile bir çaba olmaktan öteye geçmez ne yazık ki....

Bugün “Kur’an Müslümanlığı” adı altında zuhur eden mealci zümrenin sünneti itibarsızlaştırma çabası da aynen böyledir. Defalarca izah edilmiş, ayet ayet açıklanmış, ulemanın beyanlarıyla temellendirilmiş meseleleri hâlâ çarpıtmakta; anlamamakta ısrar etmektedirler.

Bu zihniyetin en belirgin özelliği; Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)’in “hüküm koyma” veya “şefaat etme” gibi vasıflarına karşı, kelimenin tam anlamıyla alerjik bir tavır takınmalarıdır.

Ne zaman bu ifadeler zikredilse, sanki Hz. Peygamber (aleyhissalatü vesselâm) Allah’tan bağımsız bir otoriteymiş gibi anlıyorlar.

İmdi, Kur’an-ı Kerim'de şefaatin yalnızca Allah’a ait olduğu (Bakara 255, Zümer 44) ve hükmün ancak O’na ait olduğu (En’âm 57, Yusuf 67) zikredilmiştir. Bu doğru…

Fakat bu ayetlerde söz konusu edilen “şefaat” ve “hüküm”, mutlak anlamda, yani hiçbir izne ve müsaadeye dayanmadan icra edilen şefaat ve hükümdür.

Zira aynı Kur’an’da bazı meleklerin, peygamberlerin ve şehitlerin de Allah’ın izniyle şefaat edeceğinden söz edilir (Bakara 255'in devamında "إِلَّا بِإِذْنِهِ", Tâhâ 109, Enbiyâ 28 vb.).

Aynı şekilde, Aleyhissalâtü vesselâm Efendimizin de Allah’ın emriyle bazı hükümlere dair yetkili kılındığı, doğrudan Kur’an tarafından da tasrih edilmektedir.

Üstelik bu noktada ilginç bir çelişkileri de ortaya çıkmaktadır:

Bu zihniyet bir yandan “Kur’an bize yeter” derken, Kur’an’daki bu açık beyanlara karşı kulak tıkamaktadır.

Bir yandan “Peygamber beşerdir” vurgusu yaparak, onun beşeriyetini öne çıkarırken; aynı zamanda onun beşer oluşuyla birlikte gelen vahiy alma, mucize gösterme gibi hususiyetlerini perdelemeye çalışmaktadırlar.

Bu durum Kur’an’da çok net bir şekilde müşriklerin, kâfirlerin tavrı olarak tanıtılmıştır. Zira beşeriyet vurgusu, inananların değil; inkârcıların dilidir:

“Bu peygamber sizin gibi bir beşerden başka nedir ki?” (Mü’minûn, 24)
“Bize beşer olan bir elçi mi geldi?” (İsrâ, 94)

Hiçbir müminin Kur’an’da “Peygamber zaten bir beşerdir” diyerek onun risaletini sorguladığı, vahyini küçümsediği bir örnek yoktur. Bu söylem, sadece inkârcıların söylemidir. Bugünkü mealci zihin de aynı söylemi kullanmaktadır.

Amaç, Peygamber’i sadece “sıradan bir postacı” konumuna indirgemektir. Vahiy gelir, o da sadece dağıtır. O kadar. Hüküm koymaz, açıklama yapmaz, örnek teşkil etmez. Böylece sünnet hükümsüzleşir, hadisler geçersizleşir, ümmetin asırlık mirası yok olur.

Peki, bu söylemin kaynağı nedir?

Elbette İslâm dışı düşünce sistemleri. Batı’daki rasyonalist, pozitivist, seküler düşünce biçimlerinin İslâm’a sirayet etmiş halidir bu. Zira bu görüşün sahipleri, aslında Allah’ın bir beşeri elçi olarak görevlendirmesini içlerine sindirememekte, onun ilahi otorite adına konuştuğunu kabul etmekte zorlanmaktadırlar.

Kur’an’ın diğer ayetlerine bakalım:
Allah Teâlâ Musa Aleyhisselâm’ın asasını ejderhaya çevirmiştir (A’râf, 107). Elini cebine sokup çıkardığında bembeyaz parlayan bir el vermiştir (Kasas, 32). Asayla denizi yarmıştır (Şuârâ, 63). İbrahim Aleyhisselâm’ı ateşe attıklarında yanmamıştır (Enbiyâ, 69).

Bunlar Peygamberlerin “beşer” oluşuyla değil, Allah’ın izniyle vahyin mucizevi yönleriyle ilgilidir. Yani peygamber, sadece mesajı getiren değil; mesajın kudretini, hikmetini, yüceliğini fiilen ve temsilî olarak da yansıtan kişidir. Bu yönüyle de “Allah’ın izniyle” hüküm koyar, şefaat eder, sınırlar belirler.

Bu durumu kabul etmeyen ve hâlâ “Allah’a rağmen nasıl olur” diye soranlara, “Hayır, Allah’a rağmen değil; Allah’ın emriyle ve izniyle” cevabını binlerce kez verdik.

Ama onlar ısrarla meseleyi Allah ile Peygamberi karşı karşıya getirme noktasına taşımaya çalışıyorlar. Bu ideolojik sapma körlüğünün bariz bir misalidir.